Toplu Taşıma, Toplu Nefret
Posted by Jatrah | Posted in | Posted on 12:35
Hala okuyan insanlar olarak hayatımızın herhalde çok ciddi bir bölümü otobüs/dolmuş/servislerde geçti, geçmeye de devam ediyor belki. Fakat bu harcanıp geçen zaman toplu taşıma araçlarına beslediğim nefrete karşı bir bağışıklık oluşturmaya yetmedi. Hayatıma girdi gireli sadece sıkıntı verdi bu "şey" bana.
Küçükken (3-4 yaş civarı) kafamda yetişkin olmaya ait kriterler oluşturmuştum. Bu kriterleri karşılayanlar bana göre yetişkin bir bireydi. Ama bunlar yapılamıyorsa siz de çocuktunuz benim gibi. Peki neydi bu fantastik bombastik kriterlerim? Mesela kendi başına banyo yapmak! Ayakkabılarını bağlayabilmek! Ve de otobüse tek başına binip, bir yere gidebilmek! Bir gün bunları yapabilirsem, o zaman kendime yetişkin diyebilecektim. Daha o zamandan otobüsler içime dert olmuştu yani.
Yetişkin olma kriterlerini tamamlayınca (ayakkabılar bağlandı, kendi kendine yıkanma işi becerildi, otobüse binip bir yerlere bile gidildi ve kaybolunmadı) bu salak araçla ilgili sıkıntılarımın bitmeyeceğini, daha yeni başladığını bilmiyordum. Adına otobüs şöförü denilen ve gülerse ölüm cezasına çarptırılacakmışcasına somurtan bıyıklı-gözlüklü suratsız amcaların varlığından bihaberdim mesela. Üstüne üstlük bu amcalar dünyanın en orijinal lafıymış gibi "İlerleyeliiğmm! Arğadaşım otobüsün arkası başka yere gitmiyo, ben görüyorum arkalar boş!" diye bağırıp duracaklar ve sinir katsayımı artan ivmeyle yukarı çıkaracaklardı. Ulan hala anlamıyorum, ESHOT şoförü olabilmek için altın kural mı lan bunu demek? Hani gizli bir sınav var ve en son sorusu bu mu? Nedir yani, nedir? Otobüs şoförlerinin varlıklarına, davranış biçimlerine alışmak ise daha sancılı bir süreç olacaktı benim için. Şöyle ki:
Orta-2'ye gidiyorum. Otobüsle Güzelyalı'dan Konak'a annemin yanına gideceğim. Okuldan çıktım. Otobüs durağına gittim. Beklediğim otobüs geldi, bindim. O dönem için oldukça yeni olan Kentkart'ımı basıp insan gibi arkaya ilerleyecektim ki efsane soru geldi şoförden: "Öğrenci misin?" Karışında okul pantalonu, gömleği, kravatı ve ceketiyle arzı endem eden ben, bu yetmezmiş gibi bir de evrenin en denyo öğrenci aksesuarı olan "resim dosyası" kod adlı aygıtı taşıyordum. Şu an bile hayret ettiğim bir cesaret ve delilikle şu cevabı verdim: "Hayır. Evli ve 2 çocuk babasıyım." Sahip olduğum mizah duygusu şoförün pek hoşuna gitmemiş olacak ki herif bana bir bağırdı, ben 2 saniye sonra en arka kapıya kadar gelmiştim sırıtarak. Buna benzer yaşadığım bir olay daha var ki onda da "Kostüm partisine gidiyorum." demiştim. Sonradan belediye otobüslerinin stand-up yapmak için uygun yer olmadığını anlamam uzun sürmedi tabii.
Okul servisleriyle de aram hiç iyi değildi. Orta-okula giderken ev ve okulun İzmir'in ayrı yerlerinde olmasından dolayı sabahları güne imamla beraber başlıyor ve gün ağırmadan servise biniyordum. Lise ve üniversite yıllarımı derslerde uyuyarak geçirmemde bunun büyük etkisi olduğuna inanmışımdır oldum olası. Nasıl bir uykusuzluksa, hala doyamadım sabah uykusuna. Tabii bu kadar sabah sersemliği sonucunda kaçınılmaz dalgınlıklarım, aptallıklarım olmuştu. Onlardan birini daha önce yazmıştım, aha da buyrum:
"...yine sıradan bir okul günüydü sevgili sözlük... saat çalmadan uyandım, saate baktım 6:10. normalde 6:00'da kalkmam gerekli, zira servis beni 6:30'da alıyor, ben geberik vaziyette uykumun geri kalanını serviste uyuyordum. neyse efem güç bela yataktan doğruldum. sağa sola çarpa çarpa banyoya gittim, yüzümü yıkadım. ama ayılamıyorum bir türlü. odama döndüm, üstümü başımı değiştirdim, aşağıya indim, servisi beklemeye başladım. bir yandan da "hiç bu kadar uykulu olmamıştım lan" diye düşünüyorum, gözlerim acıyor resmen. o sırada apartmandaki dairelerden birinin penceresi açıldı, döndüm baktım, annem kafayı çıkarmış. diyalog şu şekilde gelişti:
anne: oğlum napıyorsun?
ben: servis bekliyorum anne?
anne: oğlum gece'nin iki buçuğunda ne servisi!
ben: holi şit!
siz siz olun akreple yelkovanı karıştırmayın a dostlar. yoksa 2:30'u 6:10 zannedip, gecenin bir yarısı "gömlek-kravat-ceket"le sokakta dikilirsiniz."
(http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=16461721)
Dolmuş ise favorimdi her zaman, hala da öyledir. Ama oturmak şartıyla. Yoksa bol "Eet çökelim beyler, çök çök çök..."lü bir yolculuk hepsinden beter olabilir. Ayrıca genel olarak dolmuş şoförlerinin, otobüs şoförlerine göre çok daha sayko olmaları da var. Ama yine de gidilen yere oturarak, hızlıca gitmek, bu esnada müzik dinlemek çoğunlukla keyifli bir aktivite olabiliyor benim için.
Tüm bunların yanında özellikle otobüslerin inanılmaz bir sosyal tesbit aracı olduğuna inanıyorum. Bana da bu yazıyı yazdıran da biraz bu oldu sanırım. İnsanların bir şekilde birbirleri ile etkileşim içinde kalması, zoraki şekilde iletişim kanalının açılması ile son derece acayip sahnelere tanık olabiliyorsunuz, kötü bir gözlemci olsanız dahi. Bir asansörler ve içindeki insanların sıkıntılı sessizlikleri ile kesişmeyen bakışları, bir de bu otobüsler...
30.01.2010
Küçükken (3-4 yaş civarı) kafamda yetişkin olmaya ait kriterler oluşturmuştum. Bu kriterleri karşılayanlar bana göre yetişkin bir bireydi. Ama bunlar yapılamıyorsa siz de çocuktunuz benim gibi. Peki neydi bu fantastik bombastik kriterlerim? Mesela kendi başına banyo yapmak! Ayakkabılarını bağlayabilmek! Ve de otobüse tek başına binip, bir yere gidebilmek! Bir gün bunları yapabilirsem, o zaman kendime yetişkin diyebilecektim. Daha o zamandan otobüsler içime dert olmuştu yani.
Yetişkin olma kriterlerini tamamlayınca (ayakkabılar bağlandı, kendi kendine yıkanma işi becerildi, otobüse binip bir yerlere bile gidildi ve kaybolunmadı) bu salak araçla ilgili sıkıntılarımın bitmeyeceğini, daha yeni başladığını bilmiyordum. Adına otobüs şöförü denilen ve gülerse ölüm cezasına çarptırılacakmışcasına somurtan bıyıklı-gözlüklü suratsız amcaların varlığından bihaberdim mesela. Üstüne üstlük bu amcalar dünyanın en orijinal lafıymış gibi "İlerleyeliiğmm! Arğadaşım otobüsün arkası başka yere gitmiyo, ben görüyorum arkalar boş!" diye bağırıp duracaklar ve sinir katsayımı artan ivmeyle yukarı çıkaracaklardı. Ulan hala anlamıyorum, ESHOT şoförü olabilmek için altın kural mı lan bunu demek? Hani gizli bir sınav var ve en son sorusu bu mu? Nedir yani, nedir? Otobüs şoförlerinin varlıklarına, davranış biçimlerine alışmak ise daha sancılı bir süreç olacaktı benim için. Şöyle ki:
Orta-2'ye gidiyorum. Otobüsle Güzelyalı'dan Konak'a annemin yanına gideceğim. Okuldan çıktım. Otobüs durağına gittim. Beklediğim otobüs geldi, bindim. O dönem için oldukça yeni olan Kentkart'ımı basıp insan gibi arkaya ilerleyecektim ki efsane soru geldi şoförden: "Öğrenci misin?" Karışında okul pantalonu, gömleği, kravatı ve ceketiyle arzı endem eden ben, bu yetmezmiş gibi bir de evrenin en denyo öğrenci aksesuarı olan "resim dosyası" kod adlı aygıtı taşıyordum. Şu an bile hayret ettiğim bir cesaret ve delilikle şu cevabı verdim: "Hayır. Evli ve 2 çocuk babasıyım." Sahip olduğum mizah duygusu şoförün pek hoşuna gitmemiş olacak ki herif bana bir bağırdı, ben 2 saniye sonra en arka kapıya kadar gelmiştim sırıtarak. Buna benzer yaşadığım bir olay daha var ki onda da "Kostüm partisine gidiyorum." demiştim. Sonradan belediye otobüslerinin stand-up yapmak için uygun yer olmadığını anlamam uzun sürmedi tabii.
Okul servisleriyle de aram hiç iyi değildi. Orta-okula giderken ev ve okulun İzmir'in ayrı yerlerinde olmasından dolayı sabahları güne imamla beraber başlıyor ve gün ağırmadan servise biniyordum. Lise ve üniversite yıllarımı derslerde uyuyarak geçirmemde bunun büyük etkisi olduğuna inanmışımdır oldum olası. Nasıl bir uykusuzluksa, hala doyamadım sabah uykusuna. Tabii bu kadar sabah sersemliği sonucunda kaçınılmaz dalgınlıklarım, aptallıklarım olmuştu. Onlardan birini daha önce yazmıştım, aha da buyrum:
"...yine sıradan bir okul günüydü sevgili sözlük... saat çalmadan uyandım, saate baktım 6:10. normalde 6:00'da kalkmam gerekli, zira servis beni 6:30'da alıyor, ben geberik vaziyette uykumun geri kalanını serviste uyuyordum. neyse efem güç bela yataktan doğruldum. sağa sola çarpa çarpa banyoya gittim, yüzümü yıkadım. ama ayılamıyorum bir türlü. odama döndüm, üstümü başımı değiştirdim, aşağıya indim, servisi beklemeye başladım. bir yandan da "hiç bu kadar uykulu olmamıştım lan" diye düşünüyorum, gözlerim acıyor resmen. o sırada apartmandaki dairelerden birinin penceresi açıldı, döndüm baktım, annem kafayı çıkarmış. diyalog şu şekilde gelişti:
anne: oğlum napıyorsun?
ben: servis bekliyorum anne?
anne: oğlum gece'nin iki buçuğunda ne servisi!
ben: holi şit!
siz siz olun akreple yelkovanı karıştırmayın a dostlar. yoksa 2:30'u 6:10 zannedip, gecenin bir yarısı "gömlek-kravat-ceket"le sokakta dikilirsiniz."
(http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=16461721)
Dolmuş ise favorimdi her zaman, hala da öyledir. Ama oturmak şartıyla. Yoksa bol "Eet çökelim beyler, çök çök çök..."lü bir yolculuk hepsinden beter olabilir. Ayrıca genel olarak dolmuş şoförlerinin, otobüs şoförlerine göre çok daha sayko olmaları da var. Ama yine de gidilen yere oturarak, hızlıca gitmek, bu esnada müzik dinlemek çoğunlukla keyifli bir aktivite olabiliyor benim için.
Tüm bunların yanında özellikle otobüslerin inanılmaz bir sosyal tesbit aracı olduğuna inanıyorum. Bana da bu yazıyı yazdıran da biraz bu oldu sanırım. İnsanların bir şekilde birbirleri ile etkileşim içinde kalması, zoraki şekilde iletişim kanalının açılması ile son derece acayip sahnelere tanık olabiliyorsunuz, kötü bir gözlemci olsanız dahi. Bir asansörler ve içindeki insanların sıkıntılı sessizlikleri ile kesişmeyen bakışları, bir de bu otobüsler...
30.01.2010
Comments Posted (0)
Yorum Gönder